Sevgililer Günü geldi geçti ama ben daha yeni o güne dair yazı yazıyorum. Bu tür günleri kutladığımızdan değil , hatta hiç kutlamayız ama bu yıl bir değişiklik olsun dedik , biz de kendimizi bu günün atmosferine kaptırdık. Ne zamandır İstanbul'a gitme, gezme istiyorduk. 14 şubatta İstanbul Galata civarında bir otelde kaldık. İlk olarak İstanbul'a vardığımızda karşıya geçmek için vapuru tercih ettik. Güzel bir vapur yolculuğundan sonra otelimize geldik.
Otelimiz Küçük ama oldukça şatafatlı ve temiz bir otel olan Daru Sultan Otel'di. Her katı bir padişaha ayrılmıştı. Her oda da bir sultan adı yazıyordu. Bizim oda Safiye Sultan adınaydı. Otelin küçük bir spası da mevcut. Gün boyu gezmelerimizin yorgunluğunu burada attık.
İstanbul'u bir haftasonu gezmek imkansız. Biz bu gelişimizde Beyoğlu bölgesini dilediğimiz gibi gezmeye çalıştık. Sabah erken saatlerde yola çıkıp bir çok yeri geziyorduk. En çok sevdiğim yerlerden biri olan Pera Palas Otel'ine uğramadan olmaz. Bu gidişimizde Atatürk'ün kaldığı odayı da gezdik. Her gün öğleden sonra saat 3 -4 arası açık.
Orada bulunan genç bir görevli size eşyalar hakkında bilgide veriyor. Bu çocuk Türklerden çok yabancı turistlerin ziyaret ettiğini söyledi. Odası iki bölüm. Orada köşede bulunan bir halının çok ilginç bir de hikayesi var. Bu halı Hindistan'dan gönderilmiş. Gönderen de bir kahinmiş. Halıyı Atatürk ölmeden 10 yıl önce 10 kasım günü göndermiş. Halının üzerinde 10 fil var. Ayrıca kasımpatı çiçek modelleri var. Daha da ilginç olanı halının ortasında bir saat motifi var. Saat tam 9. 07 yi gösteriyor.
Buradan aşağıya inince çay saatine de denk gelmiştik. Özellikle turistler çay, kurabiye ve piyano eşliğinde keyif yapıyorlardı. Bu bölge de Pera Müzesine gitmeden olmaz. Picasso gravürlerinin geldiğini biliyordum. Her katını gezdik bizde.
Öğle yemeği molasını yine sevdiğim mekanlardan biri Canım Ciğerim de verdik. Bol çeşit ve doyurucu bir yemek arıyorsanız, bir de ciğer seviyorsanız mutlaka deneyin derim..
Yine İstiklal caddesinde bulunan Arter her zaman çok güzel sergilere ev sahipliği yapar. Biz Marc Quinn Aklın Uykusu sergisine denk gelmiştik. Gitmeyenlere kesinlikle tavsiye ederim. 27 nisanda sona erecek, kaçırmayın. Marc Quinn kimdir derseniz 1964 doğumlu İngiliz sanatçı.
Heykelleri ve diğer eserleri , multi- kültürü , dünyayı, normal insanın tanımını ,doğayı sorgulayan işleri ile biliniyor. Serginin başlığı, Goya’nın “The Sleep of Reason Produces Monsters” (Aklın Uykusu Canavarlar Üretir) başlıklı gravüründen esinleniyor. Goya’nın “Los Caprichos” başlıklı serisinin parçası olan bu gravürde, sanatçı kendisini uyurken ve etrafı hayal ürünü canavarlar ve kabuslarla kuşatılmış olarak resmetmiştir. Gravürün başlığından esinlenerek isimlendirilen sergi, “aklın uykusu”nu bir yandan varoluşun ve yokoluşun, öte yandan hayat ve sanatın temas halinde birbirlerini beslediği bir geçiş ve etkileşim alanı olarak kurguluyor.
Zombi Boy herkesin etkilendiği bir çalışmaydı. Burada gezdikten sonra Cihangir sokaklarına da gittik. Özellikle gidip meşhur milföylü pastasından tatmak istediğimiz 1950li yıllarından gelen ünlü Savoy Pastanesi vardı. Yanında da meşhur Zümrüt Fotoğrafçısı vardır.
Akşam yemeği için Peymane tavsiyeler üzerine seçildi. Kebapları lezzetli ama bizim gibi içki içmeyenler için fazla bir anlamı yoktu. Burası özellikle rakı keyfi yapmaya gelenler için ideal olabilir. Yine de bu mekanı denemiş olduk.
Gecenin devamında manzarasını ve ilginç şovlarını sevdiğim Mısır Apartmanının en üst katında bulunan 360 'ı seçtik. Çok geç saatlere kalmasakta arasıra manzaraya karşı oturduğumuz bu yerde tavsiye edebileceğim bir restoran. Gece ilerleyen saatlerde gece klubüne dönüyor.
Ertesi gün tekrar karşıya geçerek Kadıköy Bahariye 'deki Aya Triada Rum Kilisesini gezdik. Kubbesinde Hz. İsa var, pandantiflerde dört incil yazarı bulunuyor..
Sonrasında Fenerbahçe Parkına gidip güneşin, parkın, yeni açmış mimozaların keyfini çıkardık. Parka ilk kez gittim . Deniz kenarında , sessiz ve temiz bir park. Çocuklarıyla, aileleriyle, sevgilileriyle, arkadaşlarıyla gelen insanlarla doluydu.
Arada kahve molaları vermedik sanmayın. Fazla vasıta kullanmadan , uzun yürüyüşler yaparak gezmeyi sevdiğimizden yorulduğumuz zaman buna ihtiyaç duyuyorduk. Gezmelerin belki de en güzel taarfları da bu olsa gerek ..
Bütün gün gezip artık kasabamıza dönme zamanı yaklaşıyordu. Bir şeyler yiyelim öyle eve dönelim dedik.. Kadıköy'de ne yesek diye gezinirken Dicle Balık önümüze çıktı. Bir deneyelim diyerek içeri girdik. Gerçekten doyurucu ve lezzetli deniz ürünleri menüsünden memnun kaldık.
Artık bir daha ne zaman İstanbul gezisi tekrar yaparız bilmem ama bu kaçamağımız çok güzeldi. Bir daha ki sefere İstanbul'un başka bir köşesinde buluşmak üzere :)
No comments:
Post a Comment